Cilt Sanatı
CİLT NEDİR?
Cilt Arapça kökenli bir kelime olup “deri” anlamına gelir. Hatta tıpta kullanılan cildiye (dermatoloji) kavramı da buradan kaynaklanmaktadır.
Cilt Sanatı, elyazması ya da baskı ürünü bir yapıtın sayfalarını hem kullanımını kolaylaştırmak hem dış etkilerden korumak, hem de süslemek amacıyla bir araya toplayıp kapak geçirmek için yapılan işlemlerin tümünü kapsayan sanat dalıdır.
Bir sanat olarak cilt defter ya da kitapların özellikle dış etkilerden korunması, daha sonra süslenmesi ve kullanımının kolaylaştırılması için toparlanması ve önceleri tahta ve deri, daha sonra özel bezler ya da kağıtlarla kaplanmasıdır. Sayfaların birbirine dikilmesi suretiyle, şiraze denilen bir örme ile bir arada tutulması, dağılmasının önlenmesi; ardından çeşitli güçlendirme metotları ile bunlara çeşitli kaplar geçirilmesi ve çoğu zaman süslenmesi ciltleme (teclid) olarak ifade edilir. Ciltleme işini icra edenlere “mücellid”, işin yapıldığı atölyeye ise “mücellidhane” denir.
Tarih boyunca kil tabletlere, papirüslere, hayvan derilerine, ağaç levhalara ve sonunda da parşömenlere yazılan eserler; balmumu kaplı tahta tabletlerin deri şeritlere bağlanması, papirüs rulolarının deri şeritlerle tutturulması, bunların deri şeritlerle bağlanmış deri kutu veya kılıflarda muhafaza edilmesi gibi yöntemlerle korunmaya çalışılmış, bütün bunlar da bugünkü ciltçiliğin başlangıcını oluşturmuştur. Teknik anlamda ciltçilik Romalılar döneminde tomar formundaki kitapların, yaprakları dikdörtgen şeklinde kesilmiş parşömenlerin bir araya getirilmesi ile oluşturulan ve bugün kullandığımız kitap şeklinde forma sokulmuş kodekslerin benzer şekillerde (standartlarda) ciltlenmesi ile ortaya çıkmıştır. Kâğıdın bulunması ve yaygın biçimde kullanılmasından sonra ahşap kapakların yerini mukavva almış, bununla beraber kitap süslemeleri de gelişmiştir. Bu sayede ciltçilik yazılı eseri korumakla kalmayıp sanat eseri özelliği de kazanmıştır.
Dünyanın en eski kitabı MÖ 1320-1295 (Tunç Devri) yıllarına tarihlendirilen ve dünyanın en eski gemi batığı olan Uluburun batığında bulunan iki açılır kapanır şimşir kapaktan oluşan fildişi menteşeli yazı tabletidir.
Türklere ait ilk cilt örnekleri ise tam olarak yerleşik hayata geçen ilk Türk boyu olan Uygur Türklerine aittir. Uygur yazma eserlerin büyük bir bölümü, Hint dilinde kitap anlamına gelen “pothi” tarzında ciltlenmiştir.
Ancak Hindistan’da kâğıttan 7×15 cm ebadında kesilen sayfalar alt ve üst kapağı için hazırlanan iki tahta tabakaya hem sayfaların ön ve arkalarına, hem de tahtaların sağına ve soluna çizilen çemberlere delik açılmak ve buradan sicimler geçirmek suretiyle kitap haline getirilirken,;Uygurlarda çift çember yerine kâğıdın sağına, eninin üçte bir kısmının ortasına bir tane 1-2 cm’lik pothi çemberi çizilmek, daha sonra pothi çemberi olan kısmı yukarı gelecek şekilde çevirerek defter/kitap oluşturulmuştur. Uygurlar bu defterlere yazıyı sağdan sola doğru yazmışlardır.
Bu dönemde kağıtlar genellikle 55×20 cm ebadında üretilmiş, bu kağıtlar bölünmeden kullanılmış ve uzun pothi 7×15 cm. boyutunda kullanılıp dar pothi şeklinde kitap yapılmıştır.
Uygur yazma eserlerinde kullanılan diğer bir kitap çeşidi, ufak hacimli kitaplar için kullanılan “tezginç” adı verilen ve kağıtların kalın karton veya brokara yapıştırılması ile oluşan Çin usulü tomar veya rulo şeklinde dürülen kitaplardır.
Uygur Türklerinin yazma eserlerde kullandığı diğer bir kitap şekli de bugün tüm dünyada kullanılan ortadan katlanan kağıtlardan oluşan formaların birbirine dikilerek yapılan kitaplardır.

Alman arkeolog ve Orta Asya kaşifi Alfred Von Lecoq tarafından Sincan Uygur Özerk Bölgesinde tarihi bir şehir olan Karahoço da yapılan kazılarda bulunan iki adet cilt parçası üzerinde yapılan incelemede süslemelerin bıçakla kesilmek suretiyle yapılmış geometrik şekillerden oluştuğu görülmüştür. Bu usul Mısır’ın yerli ve Hristiyan halkı Kıptilere ait ciltlerle benzerlik göstermektedir.
Deriyi işlemekte çok yetenekli bir millet olan Orta Asya Türklerinin ciltçilikte deri kullandıkları, bugünkü anlamda ilk deri kaplı kitap cildini yaptıkları, deri üzerine madeni kalıplarla süsler yaptıkları, deri ciltleri minyatür ve geometrik desenlerle süsleyip iç yüzlerine yaldızlı deri yapıştırdıkları, klişe baskıyı kullandıkları İngiliz araştırmacı Dr. Aurel Stein ve Fransız Sinologlarından Paul Pelliot tarafından yapılan araştırmalarda bulunan parçalardan anlaşılmıştır.
Karahoço’da Rus Araştırmacı P. K. Koslov tarafından bulunan Uygurlar dönemine ait bir kitap kapağı S.F. Oldenburg tarafından incelenmiş, zencerekte basit asma filizi desenleri göze çarpmıştır. Ortadaki şemse ve köşebentler örgülerle meydana gelmiştir. Bu süslemeler Selçuklu ciltleri ile büyük benzerlik göstermektedir.
IX. Yüzyılda Halife Mu’tasım Billâh tarafından Sâmarra’ya yerleştirilen Uygur Türkleri yaptıkları ciltlerle Irak ve Horasan bölgesinde bu sanatı geliştirerek İslâm dünyasına yaymışlardır. İslâm cilt sanatının bilinen ilk örnekleri bir Türk devleti olan Tolunoğulları zamanına aittir.
XI. Yüzyıl sonlarından itibaren Anadolu’da hüküm süren Selçuklular çok güzel ciltler meydana getirip Türk-İslâm cilt sanatı içerisinde önemli bir yere sahip olmuşlardır. Anadolu Selçuklu cilt sanatında geometrik yıldız ağları ve geometrik geçmeler en çok tercih edilen süsleme unsurudur. Mühr-i Süleyman, dairevi şemse formları, örgülü salbekler, kap içlerinin Rumi ya da bitkisel süslemeleri, mücellit imzaları, alt ve üst kapakların farklı tezyin edilmesi Selçuklu dönemi ciltlerinin başlıca özelliklerindendir. Bu dönemde kakma altın kullanımı yaygındır. Ciltlemede kullanılan deriler çoğunlukla kahverenginin değişik tonlarındadır. Nadiren siyah deri de kullanılmıştır. Şemse yuvarlaktır ve içinde geometrik desenler vardır.
Anadolu Selçuklu cilt sanatı başta Karamanoğulları olmak üzere, Anadolu Beylikleri ciltlerine ve XV. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı ciltlerine tesir etmiştir. Örneğin 1454-1455 yıllarında Konya-Meram’da yazılan Şerhu’l-Lübâb isimli eserin cildi Osmanlı döneminde yapılmış olmasına rağmen ön ve arka kapakları Anadolu Selçuklu ciltlerindeki gibi birbirinden farklı tarzda süslenmiştir.
XV. Yüzyılın Anadolu Selçuklu cildiyle Osmanlı cildi arasında bir geçiş dönemi olduğu söylenebilir. Bu dönemde şemse ve köşebentlerle süslenmiş ciltlerde kahverengi derinin yanında kırmızı, vişne çürüğü, mavi, nefti, mor, tahini ve siyah deriler de kullanılmaya başlanmıştır
Osmanlı cilt üslubunun kendine özgü ilk örneklerini Sultan II. Murad döneminde görmek mümkündür (XV. yüzyıl). Sultan II Murad için hazırlanmış musiki nazariyatı ile ilgili kitap erken dönem Osmanlı cildinin sanat değeri taşıyan ilk örneğidir.
XV. Yüzyılın ikinci yarısında Fatih Sultan Mehmet, Topkapı Sarayında kurduğu Saray Nakkaşhanesi’nin başına stilize çiçek motifleri ile her türden sanat eserine damgasını vuran Özbek asıllı Baba Nakkaş’ı getirmiş, yazdırdığı kitaplar için de sarayda özel kütüphane kurdurmuştur.
Fatih dönemine ait ciltlerde birkaç bezeme tekniğinin bir arada kullanıldığı görülürken rugani teknikle cilt yapılması da bu dönemde olmuştur. Yine bu dönemde Sultan II. Mehmed’in şahsı için hazırlanan kitaplarda genellikle kırmızı ve yeşil renkteki atlas ya da kadife kumaşlar kullanılması ve kap kenarları, sırt ve sertab kısımlarının da deri şeritlerle çevrilmiş olması dikkati çeker.
II. Bayezid döneminde, ilk ciltçilik teşkilatı kurulmuş, sarayda çalışan mücellid sınıfına “Cemaat-i Mücellidan_Hassa” adı verilmiş ve cilt sanatçıları tezhip nakış hat gibi sanatlarda ustalaşmıştır. Bu dönemde ciltlerde kullanılan motifler zenginleşirken çizgi ve desenlerin inceldiği, cihar-kuşe (Çarkuşe) olarak adlandırılan iki renkli ve küçük kareli ipek kumaşlardan ciltler yapıldığı görülür.
XVI. yüzyılda Türk siyasi hayatındaki başarılar sanat hayatını da etkilemiş ve her alanda çok kıymetli eserler ortaya konulmuştur. Bu dönemde en çok tercih edilen deri sahtiyan (keçi derisi) olmakla beraber meşin (kuzu derisi) ve ceylan derisi de kullanılmış, deri üzerine gümüş levhalar ve değerli taşlar uygulanarak tasarımlar yapılmıştır. Bu dönemde şemse oval ve salbeklidir. Bu yüzyılın ikinci yarısında şemse ve köşebentlerin dışında bordür bezemelerinin de mülemma tarzında yaldızlandığı görülür. Yine bu dönemde iç kapak süsleri de zenginleştirilmiştir. Motifler cilt üzerine gümüş simle işlenerek “simdüzi ciltler”, sari, yeşil, pembe sırmalarla işlenerek “zerduzi ciltler” yapılmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde mücellit başlarından Mehmet Çelebi ve aynı aileden gelen Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi gibi sanatçılar cilt sanatında çok güzel örnekler ortaya koymuşlardır. Kanuni Sultan Süleyman için yapılmış “Süleymanname” kabı saz üslubunda tasarlanmış ilk deri cilt örneğidir.
XVII. yüzyıl Osmanlı ciltlerinde teknik aynı olmakla beraber birçok ciltten köşebend ve zencirek tezyînâtı kalkmıştır. Yan ve tepeleri çıkıntılı dikdörtgene benzer büyük şemseler tek başına süsleme olarak kullanılmıştır. Salbekler şemseye birleştirilmeden oranı büyütülmüştür. Bu dönemdeki cilt süslemelerindeki değişiklikler imparatorluktaki gerilemenin cilt sanatına yansıması olarak değerlendirilse de XVI. yüzyılda ulaşılan mükemmellikten sonraki yenilik arayışı olarak da düşünülebilir.
XVIII. yüzyıl başlarından itibaren sayfa ve cilt tasarımı değişmezken cilt kapakları gölgeli boyanarak hacim kazandırılmış buketlerle süslenmiş, ortası şişkin uzun şemse biçimleri kullanılmaya başlarken bu şemselerin içine sarmal Rumiler, noktalar, çiçekli vazo motifleri yapılmıştır. Bu yüzyılda motiflerin bütün yüzeyi sıvama kapladığı ciltler de yapılmış, yekşah tekniği uygulanmıştır.
XVI. yüzyılın başından XVIII. yüzyılın sonuna kadar Yedikuleli Alaeddin, Mehmed Çelebi, Süleyman Çelebi, Kara Mehmed, Mehmed Abdi, Mehmed Yadigar, Pir Davud, Cafer Eyyubi, Ali Yusuf, Süleyman Emektar, Hasan b. Ahmed, Mehmed Halife, Hatif Ali’nin Topkapı sarayında Sermücellid (Ciltçibaşı) oldukları arşiv belgelerinden tespit edilmiştir. Ayrıca tanınmış Türk ciltçileri arasında Sancaktar, Razgradlı-zade Kahya Emin, Saka İsmail, Karamanlı Hasan, Yesari-zade, Hımhım Arif, Şişman Aziz, Üsküdarlı Ali, Solak Sinan ve Kasımpaşalı Hafız’ın adları sayılabilir.
XIX. yüzyılda şemseli cilt sayısı iyice azalmış, batı sanatının Barok ve Rokoko motifleri, şükûfe üslûbunda içi çiçekle dolu sepet ve saksılar bu dönem ciltlerinde uygulamıştır. Bu dönemde zerbahar ciltler yaygınlaşmıştır. Basılı eserlerin çoğalması ile batı tarzı deri ciltler yapılırken, bir yüzüne altın yaldızla Osmanlı Arması diğer yüzüne ay yıldız basılı deri atlas ve kadifeden yapılan “yıldız cildi” denilen ciltler de yapılmıştır.
XX. Yüzyılda herhangi bir üslup ve ekole bağlı kalınmadan bazen Türk motifleri kullanılmış olsa da daha çok Alman ve Fransız ciltlerinin tesirinde kalan cilt sanatının çöküşe geçtiği görülmüştür.
İçinde bulunduğumuz XXI. yüzyılda ise henüz yeni bir üslup ortaya konamamış olup cilt sanatı geleneksel el sanatları eğitimi veren bazı fakültelerde ve bu sanata gönül vermiş Necmeddin Okyay, Sacit Okyay, Sami Okyay, Mustafa Düzgünman , Emin Barın, İslam Seçen, M. Ali Kunduracıoğlu, Gürcan Mavili, Habib İsmen, Prof. Dr. Kazım Hacımeyliç, A. Betül Oral, Melike Kazaz, Osman Doruk, Funda Göker, Muharrem Kalentzi Selman Küçükkömürler, Yasin Çakmak, Mehmet Karslı, Mustafa Hamurcuer gibi ustalar tarafından yaşatılmaya çalışılmaktadır.


İslam Cilt Sanatı Üslupları
İslam cilt sanatının üslupları tarihi gelişimine göre ait oldukları kültür adıyla adlandırılır ve malzeme ve süslemelerine göre birbirinden ayrılır. Bunlar;
Bütün süslemelerde Hatayi denen bitkisel motiflerin tercih edildiği Kaşi, Horasan, Buhara ve Dihlevi alt üsluplarına ayrılan “Hatayi Uslubu”,
Herat Şiraz ve Isfahanda Türk Moğol ve İranlı ustalar tarafından geliştirilen şemselerle köşebentlerin içleri ve arasındaki boşlukların bitkisel motiflerle doldurulduğu, uygun yerlere insan hayvan ejderha Zümrüdüanka gibi efsanevi varlıklarında resmedildiği, aralarına çin bulutlarının serpiştirildiği, kapak içlerinde katıa tekniğinin yaygın olarak kullanıldığı “Herat üslubu”,
Abbasilerde başlayan Türk tesirli, El-Cezire Halep ve Şam’da gelişen, genellikle Mühr-i Süleyman daire, küre, gamalı haç gibi şekillerin kullanıldığı,deri ve işlemeleri biraz kaba olan “Arap Üslubu”,
Anadolu Selçuklu cilt üslubu denilen ve Moğol istilasından sonra Selçuklu tesiri altında İlhanlı ve Anadolu Beylikleri tarafından devam ettirilen “Rumi Üslubu”,
Birçok yönü ile Rumi’ye benzeyen Memlük Türklerinin Mısırda ortaya koydukları “Memluk Üslubu”,
Endulus Fas ve Sicilya’da gelişen, Arap usulünü andıran, çoğunlukla Kahverenginin tonlarının ve siyah rengin kullanıldığı, cilt kenarlarına mutlaka zencirek veya bordür yapılan, yuvarlak, girift şemselerin çok kullanıldığı “Mağribi üslubu”,
Diyarbakır, Bursa, Edirne, İstanbul, Şüküfe, barok ve modern olmak üzere birbirinden küçük farklılıklar gösteren alt üslupları olan, lake cildin de içinde sayıldığı “Türk Üslubu”,
Hatayi, Dihlevi ve Avrupa üsluplarının karışmasıyla meydana gelmiş İslam cildinin son aşaması olan “Buhara-yı Cedid Üslubu”dur.
KLASİK CİLDİN ÖZELLİKLERİ:
Klasik bir cilt,
-Kitabın alt ve üstünü örten alt ve üst kapak,
-Sol kapak üzerinde yer alan, genellikle ucu üç köşe olan kitabın arasına giren ve kitabın ön tarafını örten mikleb,
-Miklebin kapağa bağlandığı, aynı zamanda miklebe hareket edebilme imkânı veren sertab,
-Kitabın arkasını örten ve kesinlikle düz olarak yapılan ve yazı bulunmayan dip ya da sırt,
-Kitabın sırt kısmının iki ucunda bulunan ve kitap yapraklarını düzgün tutmaya yarayan şiraze ‘den oluşur.
-Sırt ile kapakların rahat açılmasını sağlamak için bırakılan boşluğa “mukat payı” kapaklar ile mıklep ve sertab arasındaki boşluğa da “dudak” adı verilir.
-Klasik doğu cildinin batı ciltlerinden ayıran en önemli özellik elde dokunmuş şirazedir.
-Klasik ciltte sağ ve sol kapaklar kitap boyundadır ve dışarı taşmaz. Ayrı ayrı hazırlanan alt ve üst kapak daha sonra kitabın sırtına yapıştırılır.
CİLT SANATINDA KULLANILAN MALZEMELER VE CİLT ÇEŞİTLERİ
Kendi içinde belli özellikleri, kuralları ve teknikleri olan cilt sanatının icrasında;
Bıçkı, falçata, ıstaka, kalıp, muşta, mühre, nevregen, nokta demiri, yekşah demiri, zencerek demiri, biz, teber, oyma çivisi, fırça, çekiç, deri taşı, deri ütüsü, cilt iğneleri, zımpara kağıdından eğeler, boya çanakları, sert fırçalar, boya serpmek için teller, tornavida, eğe, pense testere, demir gönye, makas gibi aletler,
Giyotin, ıstampa, mücellit presi, dikiş tezgâhı, mukavva makası, cendere gibi makineler,
Deri, kâğıt, mukavva, boyalar, altın, iplik ve ibrişim, gomalak, tutkal, kumaş, bal mumu gibi sarf malzemeleri kullanılır.
Klasik cilt sanatında sağlamlığı ve uzun ömürlü olması sebebiyle deri tercih edilse de altın veya gümüş tellerle geleneksel Türk desenlerinin işlenmiş olduğu özel kumaşlar, ebru ile hazırlanmış kağıtlar da kullanılmıştır.
Yapıldıkları malzeme, kullanılan teknik ve bezemelere göre isimlendirilen cilt çeşitlerini deri, lake, yekşah, mücevherli (murassa), çarkuşe, şukufe, zerbahar, yazma ve müşebbek (katıa) ciltler olarak incelemek mümkündür.
Deri Cilt: Deri cilt sanatında uzun ömürlü ve sağlam olması nedeniyle en çok tercih edilen malzemedir. Üzerinde kullanılan malzemeler ve bezeme tekniğine göre muhtelif şekiller gösterir.
Deri ciltlerde uygulanan bütün üslûplarda geleneksel yöntem “şemse cilt” tarzıdır. (Binark, 1975)
Şemse, Türk süsleme sanatlarında oldukça sık kullanılan, cilt kapağının ortasına yapılan güneş şeklinde yuvarlak ya da eliptik süsleme motifinin adıdır. Süslemelerde kullanılan kalıplar ilk zamanlarda demir ve tahtadan yapılmış daha sonra bu iş için özellikle sertleşmiş deve derisi kullanılmaya başlanmıştır
Şemseler, Selçuklu ve XV. yüzyıl Osmanlı ciltlerinde genellikle yuvarlak, XVI. yüzyıldan sonra beyzi yapılmış, iki ucu uzatılarak süslenmiş ve buna salbek denmiştir. Cilt Kapağının köşesindeki üçgen şeklindeki bezemeler “köşebend”, kapağın kenarlarını çevreleyen altın çerçeve “cetvel”, birkaç çizgiden oluşmuş ve araları zincir gibi işlenmiş cetvellerde “zencerek” olarak adlandırılmıştır.
Şemse ciltler tezyinatına göre;
Süsleme yapılacak yerin mukavva ve derileri kesilip sonradan başka bir deri oluşturulmuş, süsleme
buralara yapıştırılmışsa “gömme şemse”; motifin zemini altınla boyanıp motifle kabartma olarak deriyle aynı renkte bırakılmışsa “alttan ayırma şemse”; motif zemini deri ile aynı renkte bırakılarak kabartma motif altınla boyanmışsa “üstten ayırma şemse”; motifler, deri kapakların üzerine ezme altının fırça ile boyanarak yapılmışsa ”yazma şemse”, motiflerin hem zemini hem de kabartma kısımları altınla boyanmışsa ”mülemma şemse”, motifler cildin üzerine basıldıktan sonra yaldızlanmadan olduğu gibi bırakılmışsa “soğuk Şemse”, motiflerin kapakta kullanılan deriden başka bir renkte deri ile kaplanmasıyla yapılan bazen alttan ayırma bazen üstten ayırma tarzında altınla süslenmişse “mülevven şemse” olarak adlandırılır.
Lake cilt: Mukavva, tahta veya deri üzerine suluboya veya altınla yapılan motifin bir çeşit vernikle kaplayarak meydana getirilen ciltlerdir. Lake tekniği ile yapılan eserlere daha sonra “Edirnekari” adı verilmiştir.
Yekşah cilt: Motifler ezme altın kullanılarak yazma tekniği ile yapıldıktan sonra “yekşah” denen ucu düz veya oval olabilen demir bir aletle derinin çukurlaştırılarak yapıldığı ciltlerdir
Murassa cilt: Fildişi, sedef, mine, mercan, yakut, zümrüt gibi kıymetli taşlarla süslenmiş ciltlerdir.
Çarkuşe cilt: Kenarı deri ile çevrilerek orta kısmı kadife, ebru ve işlemeli kumaşlarla süslenmiş ciltlerdir. Orta alanlar ebruyla kaplanırsa “ebru cilt”, ipek veya atlas kumaşla kaplanırsa “kumaş cilt”, kadifeyle kaplanırsa “zerduva cilt”, altın sırma işlemeli kumaşla kaplanırsa “zerdüzi cilt”, gümüş sim işlemeli kumaşla kaplanırsa “simdüz cilt” olarak adlandırılır.
Şukufe cilt: XVII yy. ikinci yarısından itibaren örneklerine rastlanan çiçek demetlerinin cilt yüzeyine boya veya altın kullanılarak uygulandığı ciltlerdir.
Zilbahar (Zerbahar) cilt: Adını kafes şemse denilen bir süsleme türünden alır. Ezme altın kullanılarak fırça ile dört dilimli yaprak motifi ve geometrik çizgiler çekilerek kesişen yerlere küçük yıldızlar ve noktalar koyulmuş olduğu ciltlerdir
Yazma cilt: Cilt üzerine genellikle altın bazen de boya ile tezhip gibi sanatların uygulandığı ciltlerdir.
Müşebbek (Katıa) Cilt: Tıraşlanan derilerin oyularak cilt yüzeyine ve genellikle cilt kapağın iç yüzündeki değişik renkli zemine yapıştırılması ile yapılan ciltlerdir.
Yazılı eserlerin hayatta kalmasını sağlayan unsurlardan en önemlisi, eserlerin koruyuculuğunu yapan ciltlerdir. Sadece kitabı korumakla kalmayıp tezhip minyatür hat giibi sanatlarında kullanıldığı, bu sebeple sanat eseri olma özelliği de taşıyan cilt sanatı geleneksel sanatlar arasında ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Tarihi gelişimi içerisinde en güzel dönemini XV. ve XVI. yüzyıllarda yaşamış, matbaanın icat edilmesi ve ekonomik zorluklar sebebiyle eski önemini yitirmiştir. Günümüzde bu sanat dalıyla ilgilenen ustaların giderek azalması, işin zahmetli ve masraflı olması da bu sanatın geleceğini riske atmaktadır.
HAZIRLAYAN:
Aysevil Kuruca ÖZSUPHANDAĞ
KAYNAKÇA:
Kemal ÇIĞ, Türk Kitap Kapları
Münevver Ebru ZEREN, Maniheizm ve Budizm’in Uygurların Kültür Hayatına Etkileri doktora Tezi
Saniye BORA, İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesi Kütüphanesi Nadir Eserler Bölümünden seçilen Kitaplara Ait Deri ciltlerin Nitelik ve Problemlerinin Belirlenmesi ve Genel koruma önerileri
Mine ÖZEN ESİNER Türk Cilt Sanatı
Dr. Kevser GÜRCAN YARDIMCI Desen estetiğinin görünürlüğü Osmanlı cilt sanatı örnekleri
Nazan DÜZ, Kitap Kapağında Grafik Tasarım Öğelerine ve İlkelerine Kuramsal Bir Yaklaşım
Selman KÜÇÜKKÖMÜRLER Geleneksel Türk Sanatları Alanı Cilt Atölyesi Ders Materyali
Yasin ÇAKMAK Erzurum Yazma Eserler Kütüphanesindeki Beylikler Devri Cilt Örnekleri
Ahmet Saim ARITAN, Türk Deri işlemeciliği bağlamında Türk Cild Sanatı
Fatma Şeyda BOYDAK, Fatih Devri Cild Sanatı
Yasin ÇAKMAK, Vahid Paşa Yazma Eser Kütüphanesi’ndeki Fatih Devri Ciltler
Şinasi TEKİN Eski Türklerde Yazı Kitap ve Kâğıt Damgaları
Fevzi AYDIN Türk Cilt Sanatı ve Özellikleri
İslam ansiklopedisi.org.tr
Türkiye Yazma Eserler Başkanlığı Yazma ve Nadir Eserler Başkanlığı
Editörün seçimi
Son videolar
Gelişmelerden haberdar ol.
Son gelişmelerden haberdar olmak için e-posta adresini gir ve abone ol.